Atatürk’e Dönüş: Bir Atatürk devri vardır.Atatürk; sezi’leri, özlem’leri ve eylem’leri ile bu devre damgasını vuran insandır.Tarihte bütün büyük Önderlerin, Nebi’lerin,Düşünürlerin Kahramanların kaçınılmaz kaderi olan akıbet onun da başına hatta ölümünden çok geçmeden, Atatürk’ün getirdiği ve savunduğu değer şer,fikir ve aksiyon hedefleri,herkesin mizaç, eğilim,kavrayış ölçülerine göre, ama hepsi de Atatürkçülük denilen kalıplar içinde dondurularak aslından uzaklaştırılmışlardı.Ama ne var ki gene de, her darda kalan toplum adamı, yahut her politikacı, işine geldikçe, Atatürkçülük adı verilen, manası ve sınırlar belirsiz sözgelişlerine baş vurmakta,bir kolaylık buluyordu.
Halbuki; bir Atatürk olduğu gibi, Atatürk’ün çağımıza ve milletimize getirdiği bir dünya görüşü ve fikirler malzemesi de vardır.Fakat bu görüş ve malzemenin, bilimsel ve sistematik çalışmalarla, İdeolojik ve Doktriner bir doğrultuda derlenmiş, düzenlenmiş olmadığını da, bu eserimizde ve özetle "İnkılabımızın Gençlik Çağı" bahsinde açıklamaya çalışmışızdır.İnkılabımızın fikri esaslarına ait bu araştırma ve derleme eksikliğinde,Atatürk’ün kendisinin de:
Doktrinleştirirs
ek, hareketi dondururuz
Görüşünün etkili olması da mümkündür.Ama gene Atatürk’ün, özetle 1930’lardan, kendi eseri üzerindeki İdeolojik ve Doktriner derleme ve araştırmaları yakından ve dikkatle izlediğini de biliyoruz.Eğer bu uğraşılar tam sonuç vermemiş ve onun yerine, sistemsiz bir kelime Atatürkçülüğü vatanımızda yerleşmişşe, bunun sorumluluğunun, Türk aydınına, Türk fikir hayatına ait olduğunu belirtmekte hata olmasa gerekir.Bu neticede, Türk İnkılabının, gerçek bir Önder Kadro, İdealist bir Parti yaratamaması, 1923-1938 devrinin hiç şüphe yok ki önemli bir eksikliğidir.O devrede Halk Partisi, gölge ve pasif bir şekilde örgütü halinde kalmıştır.Hem bilinç hem heyecana hitaben, ama, belirli, güçlü bir fikir sistemine dayanan bir İnkılap edebiyatıda, belirememiştir.Bunun etkileri zamanımıza kadar süren zaaflara yol açmıştır. Bunun içindir ki bugun de Atatürkçülük olarak her vesile ile konuşulan ama kelime Atatürkçülüğünden ileri geçmeyen kavram, Atatürk ve onun getirdiği değerlerle aramızda iki tarafı birbirinden ayıran bir duvar gibi yükselmektedir.
Bu belirsizliğin, izahsızlığın ve sistemsizliğin Cumhuruyetin 50.yılında bile en belirgin işareti şudur ki, Atatürk’ü fikir ve aksiyonları ile izaha çalışmak için, hem özel bir kanunla bir "Atatürk Akademisi" nin kurulması kararına varılmıştır.Aynı suretle, "Halkevleri Genel Merkezi" bir "Atatürk Enstitüsü" kurmuş olması da meydandadır.Demekki biz Atatürk’ü, henüz ve gereğince bir fikir ve aksiyon temeline oturtabilmiş değiliz.
İşte, 27 Mayıs Hareketine önder olup, onu başaranlar da daha ilk günlerde, içten gelen, samimi bir:
Atatürk’e dönüş
Eğilim ve özlemini açığa vurmuşlardır.Gerçi bu eğilim ve özlem,olayların baş döndürücü akışı içinde tahakkuk ettirilememiş, ama ifade edilmiştir.O halde bu bahiste konumuz 27 Mayıs İhtilali ve onun havası ve problemleri olduğuna göre, bu konuda da kısaca duralım…
Daha önceki sayfalarımızda, 27 Mayıs İhtilalini hazırlayanların, ihtilal öncesinde üzerlerinde mutabık göründükleri bazı ilkeler vermiştik.Bunlardan, gerek Ankara, gerek İstanbul gruplarının "Atatürk İnkılaplarına Dönüş" bahsinde görüş birliği içinde olduklarını görmüştük.Bu Atatürk İnkılapları neydi?Bunlara nasıl dönülücekti?Bu konularda bir müşterek çalışma yapılmış değildir.Az önce kaydettiğimiz gibi, olayların akışı içinde bu çalışmlara girilemedi.Ama Atatürk devri ve inkılapları özleminde elbette ki ruhlar aynı inançla çarpıyordu.İhtilalciler, Atatürk İnkılaplarını ve devrini bu özleyişte, kendilerine bazı ruhi dayanaklar buluyorlardı.Yahut bu dayanakları seziyorlardı.Ona benzemek, onun gibi olmak, hiç değilse ondan esen havayı yaşamak, ruhları saran bir tutkuydu.Bu tutku ki, kendileri için giriştikleri ölüm-kalım mücadelesinde, hem güçlendirici bir ihtiras olarak canlıydı, hem aynı yola çıkan bu yolcuları, çıktıkları yolda birbirleri ile kaynaştıran müşterek bir bağ olarak, birliği sürdürür, güçlendirirdi…Çünkü iş bu safhaya gelip,bu doğrultuya yönelince, ihtilalciler kadrosu içinde, elbette ki bu heyecanlı akımın daha hararetli sözcüleri belirecekti.Bu sözcüler veya öncüler, elbette ki birtakım aksiyon sloganları, formülleri de bulacaklardı.Bu formüller, hem hedefleri, hem aksiyonu birleştirecek ve sonunda bir programa da inkılabedecekti.Mesela ve hiç değilse Mısır İhtilalinde olduğu gibi.
Ama ne varki, böyle bir fikir ve heyecan örgüsüne de gidilemezdi.Bunlar böylece birbirlerine bağlanamayınca, o zaman ister istemez kişisel sempati ve antipatiler, Komite içi ikilikçilik, grupçuluk belirtileri meydan aldı.Ve Milli Birlik Komitesi, evvela kendi içinde birliğini kaybetti.Nihayet Kısa zamanda parçalanış, kaçınılmaz olarak hükmünü yürüttü.Komite içinde güçlü bir liderin, herkesin kabule mecbur kalacağı bir otoriterin beliremeyişiyle Cemal Gürsel’in askerlik rütbesi ile üstün fakat İhtilal kademesinde kendini kabul ettiremeyen şahsiyeti de, bu tavsayış ve çözülüşte ayrıca etkili oldu.
Kaynak: Şevket Süreyya Aydemir - İhtilalin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilali kitabından bir alıntıdır…
- Okuma Sayısı: Bu yazı 22925 defa okunmuştur.