Atatürkçü Düşünce Sisteminde Laiklik Kavramının Nitelikleri


Atatürkçü Düşünce Sisteminde Laiklik Kavramının Nitelikleri: Türkiye’de lâiklik, sadece din ile devlet işlerinin ayrılığını ifade eden bir nitelik değil, aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğünü sağlayan ve akılcılığı öne çıkaran temel bir uygulama olarak ortaya çıkmıştır. Bu da Atatürkçü Düşünce Sistemi ile olmuştur. Atatürkçülükte lâiklik ilkesi devlet ve dinin ayrılığı, devletin dinsel kurallara dayanmamasıyla tam olarak açıklanamaz. Lâiklik ilkesi aynı zamanda kişiye din konusunda özgürlük tanınması ve bu özgürlüğün korunmasıdır. Dinsel inancından dolayı kişinin ayrıcalıklı davranışlarla karşılaşmamasıdır. Yasalar önünde kişinin dinsel farklılıklar güdülmeksizin eşit olmasıdır. Bu açıdan lâiklik din konusunda kişinin özgürlüğünün öbür kişiler tarafından tanınması, saygı gösterilmesi ve yaptırımlarla korunmasıdır.

Çağdaş olma, toplum ve devlet yaşamını akla, bilime dayandırma, ancak ve ancak lâiklik ilkesinin eğitimde, siyasette, devlet ve toplum yönetiminde ve örgütlenmelerde eksiksiz uygulanmasıyla gerçekleşir. Atatürk’ün kurmuş olduğu Cumhuriyet yönetiminin başlıca nitelikleri lâik ve ulusal oluşudur. Birçok devrim atılımı lâik bir toplum yaratmak amacıyla yapılmış, öbürleri ise böy

le bir ilkenin benimsenmesiyle yürürlüğe konma olanağı bulmuştur.

Atatürkçü Düşünce Sisteminin din politikasının temeli de bu açıdan bakıldığında lâiklik idi, dinsizlik değildi; amacı İslâmlığı yıkmak değil, onu devletten ayırmak siyasal, toplumsal ve kültürel işlerde dinin ve onun temsilcilerinin yetkisine son vermek ve bunu inanç ve ibadet konularına hasretmek idi. Böylece İslâmlığı, çağdaş, batılı ve bir ulus-devlet’teki dini rolüne indirger iken, Atatürkçü düşünce aynı zamanda dinlerine daha modern ve daha milliyetçi bir şekil vermeğe de başlamışlardır.

Mustafa Kemal’de lâiklik düşüncesi, daha Kurtuluş Savaşı öncesinde vardı. Bunu o yıllarda incelediği kitaplardan anlıyoruz. Mustafa Kemal’in din anlayışı tutucu değildir. Dine inandığını belirtmektedir. Bireysel vicdanın sınırlarını aşmayan, bilimin ışıklarından geçip dupduru olmuş bir kozmik din anlayışına sahip olmaktan ve topluma da sözleriyle olsun, tutum ve davranışlarıyla olsun, böyle bir din anlayışını önermekten kendini alamamıştır. Bu anlayışı Atatürk’ün şu sözlerinde görmemiz mümkündür;

“...Bunca yüzyıllarda olduğu gibi, bugün de ulusların bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak bin bir türlü siyasal ve kişisel amaç ve çıkar sağlamak için dini araç olarak kullanmaya kalkışan kişilerin yurt içinde ve dışında bulunuşu bizi bu konuda söz söylemekten, ne yazık ki şimdilik alıkoyamıyor. İnsanlıkta din duygu ve bilgisi, her türlü boş inançlardan sıyrılarak gerçek bilim ve teknik ışığıyla arınıp olgunlaşıncaya değin, din oyuncularına her yerde rastlanacaktır.”

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, Kurtuluş savaşı sırasında din adamlarından yararlanması ve daha sonraki konuşmalarında dinin karşısında değil, dinî kötüye kullanmak isteyenlerin karşısında olduğunu belirtmesi de bize onun dine karşı olmadığını gösterir. O, her zaman bilgisiz ve çıkarcı kimselerin milleti din adına sömürmesine karşı çıkmıştır; “Bizi, yanlış yola sevk eden soysuzlar, bilirsiniz ki çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabe eden fenalıklar, hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülüklerden gelmiştir.”

Atatürkçü Düşünce Sisteminde Devletin Dini Olamaz Laiklik de Dinsizlik Demek Değildir

Atatürk’e göre devletin dini olmaz. Çünkü yazılı kurallarla vicdanlara sınır getirilemez. Devlet, dünya işlerine hizmet eder ve cevap verir. Din ise bireylerin ruhi gereksinimlerine hizmet eden bir araçtır. Görüldüğü gibi devlet ile din arasında görev ve amaç ayrılığı vardır. Ancak geçmişte din, devleti kendisine bağlamıştı. Lâiklik demek dünyacılık demektir. Din ise, daha çok öteki dünya ile olan ilişkileri kapsar ve orası için yol gösteren kuralları öğretir. Oysa demokratik devlet, hiç bir zaman din kurallarına dayanmaz. Demokrasi rejiminin görevi vicdanların özgürlüğüne bekçilik etmektir.

Demokraside devlet bir taraftan vicdan özgürlüğüne saygı göstermek; öte yandan da vicdanların serbestçe görünmelerini, özgürlüğünü sağlamak zorundadır. Atatürkçü Düşünüşte Lâiklik, dinsizlik demek olmayıp, devletin dinden, dinin katı dogmatik kurallarından ayrılarak, devlet yapısının demokratik bir biçim almasını öngörür. Çünkü lâik düşünüş ve davranış olmadan, demokratik bir hukuk devleti kurulamaz, toplumsal adalet de gerçekleştirilemez. İşte bu görüşleri benimseyen yeni Türk Devleti, daha kurulduğu yıllardan başlayarak, dini araç ederek vicdan özgürlüğünü engelleyenlerle savaşmak gerektiğine inanmıştır. Bu amaçla 15 Nisan 1923 tarihinde çıkarılan bir yasaya, “Dîni alet ederek devlet güvenliğini bozanlar vatan hainidir.” şeklinde bir madde konulmuştur.

Din ile Devlet işlerinin Ayrılmasının Önemi

Öte yandan din devletinde siyasi rejim, mutlaka kapalı rejimdir. Her dinde mutlaka günah ve korku öğeleri vardır. Demokrasilerde ana özgürlüklerden biri ise, korkudan kurtulma özgürlüğüdür. Devlet yaşamına din girince, korku duygusu da birlikte girer. Korkunun var olduğu devlette ise, özgürlükten söz edilemez. Lâiklik aynı zamanda bir sosyal özgürlük problemidir. Her türlü düşünce özgürlüğüne izin verilmesinden yanadır. Bu özgürlük Atatürk’e göre; “Toplumsal ve uygar insan özgürlüğüdür.” Ancak bu “Diğer bireylere ya da toplumun yararlarına aykırı bir davranışta bulunmayı engelleyen bir özgürlüktür.”

Türkiye’de sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel mirası devralınan Osmanlı toplum yönetiminde, yönetimin ana esaslarını şeriat oluşturduğu gibi Osmanlı toplumunun güncel yaşamında da hayatın her safhasında da dinsel hükümler egemendi. Din ile sosyal ve ekonomik yaşamın bu kadar iç içe olduğu bir toplumdan, bütün bir hukuk sistemini ve bütün ekonomik sistemi tamamen dînin denetim altında tuttuğu böyle bir ortamdan, Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş, cumhuriyetçi ve lâik yapısına geçişte bu etkileri tamamen ortadan kaldırmak gerekmekteydi. Bu nedenle Cumhuriyetin lâik anlayışı, dînin hayatın her safhasını örgütleyen bu etkinliğini güncel, ekonomik ve sosyal yaşamdan çıkarmayı hedef almış ve İslâmiyet’in vicdanlardaki özgür ve temiz bir konuma oturtulmasını sağlamıştır. Böylelikle yüce dinimiz İslamiyet’in siyasi, sosyal ve ekonomik yaşamda bir çıkar ve sömürü malzemesi olarak kullanılmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Atatürkçü düşünüşte lâiklik, dinin boş inançlardan ve bilimsel olmayan düşüncelerden arındırılmasını istemiştir. İnsanın yararına olan kısımlarına karşı çıkmamıştır.

Laiklik ve Hoşgörü kavramı

Öte yandan lâiklik düşüncesi hoşgörülü olmak anlamına da gelmektedir. Lâik düşüncenin temelinde akılcılık ve hoşgörü ilkesi vardır. Atatürk’e göre, “Hoşgörü o kimsede vardır ki, vatandaşının veya herhangi bir insanın vicdani inanışlarına karşı, hiçbir kin duymaz; bilakis saygı duyar. Hiç olmazsa, başkalarının, kendininkine uymayan inanışlarını bilmezlikten duymazlıktan gelir. Hoşgörü budur.”

Kaynak: Sait DİNÇ, Atatürkçü Düşünce Sistemine Göre Lâiklik İlkesi

- Okuma Sayısı: Bu yazı 35459 defa okunmuştur.