Atatürk’ün Çağdaşlaşma İlkesi: “sanayileşmeye eşlik eden siyasal ve toplumsal değişiklikler“ olarak tanımlayabileceğimiz çağdaşlaşma kavramını secularism (dünyevileşme) olarak ele alanlar da vardır. Ancak çağdaşlaşma ile eş anlamlı kabul ettiğimiz modernleşmenin sosyolojik bir olgu olduğu dikkate alınırsa, çağdaşlaşmayı “bir cemiyetin mevcut nizamını, yani içtimai, maddi ve manevi medeniyetini bir tipten başka bir tipe çeviren bir süreç” ve kültür değişimi kavramı olarak ele almak daha doğru olacaktır.
- Atatürk, uygarlığı bir milletin devlet hayatında, fikir hayatında ve ekonomik hayatta gösterdiği ilerlemenin bileşkesi olarak tanımlamaktadır ve şöyle demektedir. “Milletimizin hedefi, bütün dünyada tam anlamı ile medeni bir sosyal toplum olmaktır. Dünyada her kavmin varlığı, kıymeti, hürriyet ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı medeni eserlerle uyumludur. Medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak, hayatın şartıdır…”
- Atatürk ilke ve inkılâpları, Türk çağdaşlaşma hareketinin en önemli unsurunu, bir diğer ifade ile bu hamlenin itici gücünü oluşturmaktadır. Nitekim Atatürk bu konuda ”Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların amacı, Türkiye Cum
huriyeti halkını her bakımdan uygar bir toplum haline getirmektir” demektedir. Ayrıca Atatürk, ”Türkiye Cumhuriyetinin payidar olması için çağdaş medeniyetin bir ortağı, bir parçası haline gelmek bin bir fedakârlıkla sağlanan bağımsızlığın muhafazası için şarttır” diyerek, milli bağımsızlığın elde edildikten sonra ancak çağdaşlaşarak korunabileceğini ifade etmektedir.
- İşte bu çerçevede Milli Mücadeleden sonra Türkiye’yi kalkındırmak, Türk milletinin hakkı olan uygar düzeye ulaştırmak, genç Cumhuriyetin “var olma savaşında en hayati konuyu teşkil ediyordu. Atatürk önderliğinde başlatılan Türk çağdaşlaşması, herhangi bir dış baskıdan kaynaklanmadığı gibi, tam aksine “batıya rağmen batılaşmak” şeklinde vücut bulmuştur. Türk çağdaşlaşması, tarihin derinliklerinden inen tecrübelerin ve Türk toplumunun beklentileri ve ülkenin ihtiyaçları ışığında şekillenmiştir. Zira Türk milleti tarihin çok eski devirlerinden itibaren büyük uygarlıklar kurmuş insanlığa büyük hizmetler yapmasına rağmen, son asırlarda siyasi ve toplumsal etkenler, engeller nedeniyle batıdan geri kalmıştı.
- Türk çağdaşlaşma atılımıyla Türk’ün uygar niteliği tekrar harekete geçiriliyordu. Nitekim ulu önder onuncu yıl söylevinde; “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş uygar vasfı ve büyük uygar kabiliyeti bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” derken çağdaşlaşma hamlesinin milli yönünü, bütün açıklığı ve inancıyla dile getiriyordu.
- Yine Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti halkı; fikriyle, zihniyetiyle medeni olduğunu ispat etmek ve göstermek mecburiyetindedir. Medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatıyla, yaşayış şekliyle medeni olduğunu göstermek mecburiyetindedir. Sonuç olarak medeniyim diyen Türkiye’nin, hakikaten medeni olan halkı baştan aşağıya dış görünüşüyle bile medeni ve olgun insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdur” sözleriyle düşünce, kültür ve toplumsal alanlardaki çağdaşlaşma gereğine işaret etmektedir.
- Atatürkçü çağdaşlaşmanın temelinde devlet olarak tam bağımsızlık, millet olarak egemenlik, birey olarak hak ve hürriyetler söz konusudur. Ancak bu nitelikte ve bu ortam içerisinde çağdaşlaşma bir değer ifade eder. Bağımsızlıktan ve egemenlikten yoksun mandater çağdaşlaşma, temel hak veya özgürlüklerden yoksun totaliter çağdaşlaşma; çağdaş bir ilerleme, çağdaş bir yaşam olamaz.
Kaynak: Atatürk İlkeleri II ve Bütünleyici İlkeler, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları
- Okuma Sayısı: Bu yazı 46485 defa okunmuştur.
selim soydan diyor ki:
selim soydan