Özakman:Atatürk Hiç Diktatör Olmadı, Keşke Olsaydı!: 06.10.2009 Tam 60 yılını Cumhuriyet tarihini ve Atatürk’ü araştırmaya adayan Turgut Özakman, “Atatürk’ün diktatör olduğunu iddia ediyorlar, ama hiç olmadı” diyor. Sonra çok tartışılacak bir söz söylüyor; “Keşke olsaydı! Bir milletin kurtuluşu için 5 yıl, 10 yıl diktatörlüğe katlanılır.” Bu sözünün altını dolduruyor ardından: “Çünkü daha hızlı gitmemiz lazımdı. Halk hükümeti kurulmasına ihtiyaç vardı. Ama Atatürk kadar çalışan adam çok azdı. Yaratıcı zekaya sahip kadrolar yoktu...”
-Dersimiz Atatürk neyi anlatıyor?
Bir kere Atatürk niye büyük onu bilelim. Hepimizin bilmesi lazım. Dünya tarihinde bir eşi yok. Hem vatanını kurtarıyor, hem milletini kurtarıyor, hem de emperyalizme karşı savaşıyor. Üstelik bütün bunları sıfırdan yola çıkarak yapıyor. ABD’nin eski Başkanı General Eisenhower Avrupa’ya çıktı, Almanlar’ı yendi o kadar. Şimdi adını anan bile yok. O tarihlerde Cumhuriyet ilan edildikten sonra Ahmet Emin Yalman’ın bir yazısı var. Diyor ki, “Mustafa Kemal Paşa bence Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın önderi General George Washington gibi bir köşeye çekilip kendini unutturmalı.” Nasıl bir kafadır bu. Hep de iddi
a ediliyor ki, diktatör olabilir. Ama hiç olmadı ki... Keşke olsaydı!
-Neden?
Bir milletin kurtuluşu için 3 yıl, 5 yıl, 10 yıl diktatörlüğe katlanılır. Keşke olsaydı, çok yavaş gitti. Hızlı gitseydi, daha çok şey yapsaydı, bugünler çok daha farklı olurdu.
-Mesela ne yapabilirdi?
Cumhuriyet kurulduktan sonra hiçbir şeye karışmıyor. Bakanları çağırıp talimat vermiyor. Öyle sersemlikler yapan bakanlar var ki, birini çağırıp azarlasa...
-Hangi konularda?
Her konuda. Yani çalışan adam çok az, yaratıcı zeka yok.Cumhuriyet kurulurken sadece 50 kişi asıldı!
-‘Keşke diktatör olsaydı’ sözünüzü biraz daha açar mısınız?
Daha hızlı gitmeye ihtiyacımız vardı, halk hükümeti olmaya ihtiyacımız vardı. ‘Nef’i hazine’ diye bir tabir vardır bilir misiniz? ‘Hazinenin menfaatine’ demektir. Maliyede bir sorun çıkarsa bütün meseleler hazinenin yararına halledilir. Bu Osmanlı’dan kalma aşağılık bir anlayış, doğrusu halk yararına olacak. Biz halk hükümeti kurduk ama halk ayağına dayanmayı başaramadık. Yani, o küçük memurdan başlayarak bunu yaratamadık. Bu çok zor bir şey tabii. Yani bin yıllık bir alışkanlığı hemen çabucak bırakıp halkın emrinde olduğunu, onun hizmetkârı olduğunu anlamıyor devlet. Şimdi de anlamıyorlar.
* Birkaç yıl önce Şebinkarahisar’da konuştuğum 103 yaşındaki Bilal Dede, “Şapka yüzünden çok adam asıldı. ’Böyle devrim olmaz. Bu şapkayla namaz kılınmaz’ diyen ne kadar alim varsa biz onların cenaze namazına durduk!” diye anlatmış ve ardından da “Atatürk diktatördü amma böyle olması gerekiyordu. Bu millete onun gibi biri lazımdı. Kafasında hem akıl hem siyaset vardı. Bir daldan yaprak düşmeden o düşeceğini anlardı...” diye eklemişti. Öylesine saygı duyuyordu Atatürk’e... Bir de tanım yapmıştı, “Atatürk öyle bir adamdı ki kurt bile koyuna dalmaktan korkardı dağlarda!” diye...
Bunları söyleyen bir köylü. Duyduklarını anlatmış size... Bir kere “Devrimlere karşı çıktı” diye, asılan yok. Bunu bilin... Giyim kuşam devriminde şapka, isyan için vesile azledilmiştir üç-dört şehrimizde. Rize’de, Erzurum’da, galiba Sivas ve Elazığ’da da... Onların elebaşları, yani “Şapka giymeyiz, kafirliktir! Devirelim bu hükümeti” diyenler asılmıştır. O apayrı bir hikâyedir. Onların hepsini toplarsan da bir şey etmez. Cumhuriyet’in 50 kişinin idamıyla gerçekleştiğini, inanılmaz bir büyük devrim yaratıldığını düşünün. Bu, insanın parmağına toplu iğne batması kadar basit bir şey.
KANSIZ BİR DEVRİM OLDUĞU ZATEN KABUL EDİLİYOR...
Kesinlikle. Çünkü sıkıyönetim yok, sansür yok. Bunlar da bir Şeyh Sait isyanında, bir de İzmir Suikasti dolayısıyla İstiklal Mahkemeleri’nde çalıştırılmıştır. Şimdi onları yazıyorum ‘Cumhuriyet’ kitabım dolayısıyla... Tam ifade metinlerini okuyunca, sonradan iyi niyetle özetlenenlerin ne kadar yanlış olduklarını ortaya koyuyorum... Öyle şeyler söylenmiş ki, onları da o özetlere koymak lazımdı ki İstiklal Mahkemeleri’nin ne kadar dikkatli, ne kadar özenerek, ne kadar saygı duyularak gerçeği ortaya çıkartmaya çalıştığı anlaşılsın. Önce insanlara vakit veriyorlar. Yani karşılarına geçirip de “Anlat!” diye başlamıyor o soruşturmanın mahkemeleri... Bizim kendi tarihimizi çok iyi, çok ciddi, çok saygı ile incelememiz lazım.
DEMOKRASİYE GEÇİŞTE İSMET İNÖNÜ ÇOK FAZLA TELAŞ ETTİ
-Atatürk’e ilginiz ne zaman başladı?
60 yıl önce... Anadolu’da yayan yürüdüğüm zaman... Ankara-Polatlı’dan Afyon’a yayan yürüdüm, 10 arkadaşımla birlikte. 1948 yılında... 30 Ağustos Zaferi’ne katılmak için Polatlı’dan toprak alıp götürmüştük Afyon’a. 10 günde gittik. Ertesi yıl yeni bir yoldan, Kütahya’dan Afyon’a bir daha yürüdüm. İşte o arada anı toplamaya başladım, derken bugünkü hale geldi.
-Peki ilk yürüyüşünüze karar vermeniz nasıl oldu?
Bir dernek kurulmuştu. ‘Anadolu Oymağı’ diye... Ben o zaman Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyim. O dernek bu yürüyüşe katılacak gönüllüler arıyordu. Biri ben oldum.
-Hayatınız o zaman değişti diyebilir miyiz?
Evet. İyi ki de gitmişim. Anıları dinledik. “Kemal’in Askerleri” o anılardan kalma bir deyimdir. Ondan sonra da, param varsa kitap aldım okudum, yoksa kütüphanedeki kitaplardan defterlere yazdım. Evvela anılarla, sonra yakın tarihimizle ilgili bilgi ve yayın toplamaya başladım...
-Aradan geçen 60 yılda ne öğrendiniz?
Yalnız kahraman yetiştirmiyoruz biz, hain de yetiştiriyoruz. Bunların içinde, hain de var, yalancı da var. Sırf politika uğruna bunları yapan da var. Dolduruşa geldiği için onları doğru zannedip sahibinin sesi olarak konuşan plaklar da var. Cumhuriyet kurulduğu zaman da Cumhuriyet’in düşmanları var. Onlar saraylılar, hilafetçiler... Bugünkülere bakıyorum, bazıları dinci olduğu için Atatürk’e, Cumhuriyet’e karşı. Ama gencecik adamlar var, onlar niye Cumhuriyet’e karşı? Cumhuriyeti yıkıp yerine daha ileri ne kurabilirsiniz? İnsanoğlunun yaratabildiği daha ileri bir düzen yok ki! Atatürk’ün bir sözü var; “İnsanoğlunun en büyük ümidi demokrasidir” diyor. Müthiş bir söz. Atatürk tam demokrasi istiyor. Ama biz daha kuramadık. Sanıyorum İngiltere’de var. Amerika’da söz konusu değil. Almanya’daki demokrasiye de saygım yok. 3 yıl kaldım, geçiniz. Fransa’da demokrasi olsaydı ’Ermeni kıyımı olmamıştır’ diyen birini hapse atacak kanun çıkamazdı. Demek ki yok demokrasi. Belki demokrasinin yüzde 70’i vardır ama gerisi yok.
-Köy Enstitüleri’nin kapanmasında CHP’nin de yarı yarıya payı var
-Bizde demokrasinin yüzde kaçı var?
Biz daha demokrasinin eşiğindeyiz. Biz seçimi demokrasinin tamamı sandık. Partiler çoğalır, seçim de yapılırsa bu demokrasidir sandık. Bunun demokrasinin onda biri olduğunu anlamadık. Tabii ki bu zorunlu, demokrasinin olmazsa olmaz bir kuralı. Ama demokrasi bundan ibaret değil. Bir kere hakikaten devletin gerçekten laik olması lazım, gerçekten bilime saygı duyması lazım.
-Türkiye, Atatürk’ün kurduğu düzenin üzerine ne kadar taş koyabildi?
Biraz. Çok partili döneme geçilmesi, seçim yapılması, CHP’nin iktidarı kavgasız gürültüsüz Demokrat Parti’ye devredebilmesi bunlar bir ilerleme sayılıyor. Ama demokrasiye geçişte İsmet Paşa’nın çok telaş ettiği görülüyor. Bir an evvel demokrasiye geçilsin, o da demokrasi öncüsü olsun diye... Ama devrimleri, laikliği daha güvence altına alması gerekiyordu, büyük çoğunluk ondaydı. Mesela ‘Köy Enstitüleri’ni Demokrat Parti kapattı’ diyorlar ama yarı yarıya kapatan CHP’ydi. Son darbeyi vuran Demokrat Parti’ydi. CHP ile Demokrat Parti’nin uzlaşmadaki yetersizliğinden dolayı kapanmıştır Halk Evleri de...
- Kontrol edemeyeceklerini mi düşündüler?
CHP bir devlet kurumu haline getirilmesine razı, Demokrat Parti de buna razıymış gibi görünüyor. CHP’yi Faik Ahmet Barutçu temsil ediyor. Demokrat Parti’yi Adnan Menderes... Sonra birden kopuyor. Bir kanun geliveriyor, CHP’liler de şaşırıyorlar. Ve Halk Evleri kapatılıyor. Görüşmeler yavaş yürüdüğü için... Adnan Menderes’in sabırsızlığı olabilir. Benim bütün kuşağım, biz Halk Evleri’nde yetiştik. Hiç CHP lafı falan duymadık. Parti örgütü gibi değildi Halk Evleri. Hadi tedbirli konuşayım, belki bir-iki yerde olmuştur. Ama ben Halk Evleri’nde çok çalıştım, hiçbirinde parti lafı edilmezdi. Orası bizi medeniyet için bir araya getiren bir yerdi. Artık bir daha kurulamaz. Köy Enstitüleri de, Halk Evleri de... Köy Enstitüleri Türk dehasının bir eseridir. O Köy Enstitüsü mezunlarında ne müthiş bir idealizm vardır. 8 tane adam komünist olmuşsa ne olmuş! Orduda oldu, kapattık mı orduyu? Üniversitede oldu, kapattık mı üniversiteyi? Komünist varsa, atarsın onları, biter gider. Köy Enstitüleri, Türkiye’yi kurtaracak çok büyük bir projeydi...
TURGUT ÖZAKMAN DÜN NE SÖYLEMİŞTİ?
Şeyh Sait İsyanı çok büyük talihsizlikti! Hem Kürtler hem de Türkler için...Kürt meselesinde Şeyh Sayit İsyanı çok büyük bir talihsizlik oldu. O çok şaşkın bir isyandı. Ne kadarı etnik isyan, ne kadarı dini isyan belli değil. Ne kadar akılsız bir iş yapılmış, ne kadar çok insan öldü. Hem Türk Ordusu’ndan hem de Kürtler’den... Üstelik Türk Ordusu’nda savaşan o kadar Kürt var ki!.. Ankara’nın Doğu’dan ürktüğü anlaşılıyor. Çünkü o dönemde İngilizler’le el altından işbirliği yapan çok Kürt var. Musul meselesinde İngilizler’den büyük bir darbe yemişiz zaten. Savaşmak gerek ama Türkiye daha yeni barışa ermiş. Yaraları yeni yeni sarılacak, savaşabilir mi? İşte tam da böyle bir dönemde isyan oluyor.
Ürküntü, korku, güvensizlik var... Yoksa Kürt halkıyla hiçbir sorunumuz yoktu. Olsaydı, Lozan’a giderken Kürt milletvekilleri ’Bizi sizden ayırmak istiyorlar. Aman ha ayırmayın!’ diye İnönü’yü uyarırlar mıydı?
-Kürtler zaten kurucu millet! Asli unsur olmaktan çıkıp sığıntı mı olmak istiyorlar?
Bazı Kürtler diyorlar ki, “Lozan’da İsmet Paşa, ’Ülkeyi Türkler ve Kürtler birlikte yönetmektedir, yönetecektir’ demişti.” Doğru... Zaten öyle değil mi? Cumhuriyetin kuruluşundan beri birlikte değil miyiz? Kurucu millet onlar. Şimdi kurucu millet olmaktan çıkıp, azınlık olarak sığıntı bir millet mi olmak istiyorlar? Elbette egemen milletin bazı üstünlükleri vardır. Egemen millet, bu üstünlüklerini tabii ki zaman içersinde törpüleyerek yavaş yavaş herkesin altında yer alacağı büyük bir şemsiye yaratır. Ama bu kavgayla yaratılmaz bu şemsiye!
-Atatürk’ün manevi oğlu Abdürrahim de Kürttü!
Atatürk’ün üç yaveri var; biri Çerkez, biri Kürt, biri Türk. Kürt olan Mahmut Bey, daha sonra Siirt mebusu oluyor. Mahmut Soykan... Çerkez olan Altemur Kılıç’ın dayısı Muzaffer Kılıç... Türk ise Salih Bozok. Atatürk’ün manevi oğlu Abdürrahim de, Kürt’tü. Van ve Muş çevresindeki savaştan sonra Ermeniler’in dağıtıp kestiği ailelerden geride kalan yetim ve öksüz çok çocuk var. Herkes bu çocuklara sahip çıkmaya çalışıyor. Abdürrahim’i de 5 ya da 6 yaşında alıp annesi Zübeyde Hanım’ın yanına İstanbul’a gönderiyor Atatürk. ’Bu bizim evladımız olsun’ diyerek...
Kaynak:http://haber.gazetevatan.com
- Okuma Sayısı: Bu yazı 7246 defa okunmuştur.