Atatürk İlkeleri ve Atatürkçülüğün Anlamı


Atatürk İlkeleri ve Atatürkçülüğün Anlamı : Olayları siz istemeden beyninize yerleşmiş veya yerleştirilmiş kalıp düşüncelerle çözemezsiniz. Yaratıcı düşüncelere sahip olmanız gerekir. Kurumsal ve yönetsel uygulamalar yaratıcı düşünceyi ve üretimi sınırlar. Bu çemberin kırılması gerekir. Meslek yaşantınız boyunca her şeyi sorgulayın. Sorgulama, değişim ve gelişimin ilk basamağıdır.Atatürk, bize, sizlere hiçbir dogmatik, kalıplaşmış miras bırakmamıştır. Onun manevi mirası bilim ve akıldır. Bilim ve aklın rehberliğinde kendini sürekli yenileyen Atatürk ilkeleri sonsuza dek kendilerini yenilemek,geliştirmek gücüne sahip bir düşünce sistemi olarak ortaya çıkar.Atatürk bize dar bir ideolojik kalıp bırakmamıştır. Her türlü dogmadan uzak, bilimi ve aklı hedef gösteren bir düşünce sistemi, hümanist ve çağdaş, gelişmeye ve değişime uygun bir dünya görüşünü miras olarak bırakmıştır.

Atatürkçülüğün İlkeleri

Atatürkçülüğün bir öğreti deÄŸil, Türkiye gerçeklerinden doÄŸmuÅŸ düşünsel ve eylemsel bir akımdır. Atatürk ilkelerinin tümü her ÅŸeyden önce bu ülke halkının sorunlarına gerçekçi çözümler getirebilmek, çaÄŸdaÅŸlaÅŸma yönünde köklü deÄŸiÅŸiklikler yapabilmek amacıyla konulmuÅ

Ÿtur. Bundan ötürü de temel anlamıyla bir devrim sayılabilmektedir. Bu devrim, Türk tarihinin Türk toplumuna getirdiÄŸi kültürel birikimler içinde, üst yapıdan baÅŸlayarak alt yapıya doÄŸru ilerleyen bir çaÄŸdaÅŸlaÅŸma devrimidir. Temel öğeler olarak bilimsel düşünceyi, akılcılığı, ulusal egemenliÄŸi, tam bağımsızlığı öngören özgürlükçü, halkçı, devletçi, ulusçu, cumhuriyetçi, devrimci ve laik bir atılımdır Atatürkçülük. ÇoÄŸulcu ve demokratik bir toplumsal yapıya dayanan çaÄŸdaÅŸ bir toplum yaratmak, Atatürkçülüğün baÅŸlıca ereÄŸidir. Bundan dolayı Atatürk ilkeleri, Atatürk devrimleri ile eÅŸ anlama gelir.

Atatürkçülük, her türlü gericiliğe, tutuculuğa, bağnazlığa, yobazlığa ve boş inançlara kesinlikle karşıdır. Atatürkçülük baskı, korku ve bütün toptarıcı yönetimlere de kesinlikle karşıdır, insancıldır, özgürlükçüdür, ulusçudur, gerçekçidir. Bundan dolayı da hem ırkçılığa, hem de bunun sonucu olan sınır ötesi serüvenlere karşı olan bir ulusçuluk anlayışına sahiptir. Atatürkçülük, kendini Türk bilen, Türküm diyen herkesi Türk sayar. Yurt yönetimince sınırlar arası çatışma ve kavgayı reddeder. Bunun yerine hem sınıflar arası, hem de uluslar arası barışı öngörür. Üretim ilişkilerine Hukuk Devleti ve Sosyal Adalet anlayışı ile yaklaşır. Gerek insanlığa, gerek topluma, savaşın değil toplumsal adalete dayanan barış ve kardeşliğin mutluluk getireceğine inanır.

Atatürk Devrimleri adı altında toplanan Türk Devrimi, başlıca iki temel düşünceye dayanır:

1 - Türk'e doğru,
2 - Batı'ya doğru.

Bu iki temel düşünce, Atatürk'ün kafasında durup dururken doğmamıştır. Son yüz elli yıllık toplumsal, tarihsel gelişmemizin, denilebilir ki doğal bir sonucu olarak meydana çıkmış, O'nun üstün kişiliğinde karar ve eylem haline gelmiştir. Bunun içindir ki, Atatürk bir rastlantı değildir. Tarihsel çizgimizin üzerinde, ondan fışkırmış bir önderdir.

Çeşitli yenilgiler, gerileme ve bocâlamalardan sonra, Atatürk'ün dehasında, kurtuluşumuzun iki çıkış noktası olarak beliren yukarıdaki temel düşünceler, bizi bir yandan kendi öz kaynaklarımıza, ulusal değerlerimize yöneltirken ve böylece Türk'ün, İslâm dinini kabul edişinden çok önce de yüksek bir varlığı, kendine özgü bir dili, kültürü, uygarlığı olduğu gerçeğini ortaya çıkarırken, bir yandan da, üç yüz yıldan beri çağ dışı kalmış alan Doğu uygarlığından, o uygarlığın tutucu, engelleyici, yozlaşmış değerlerinden onu kurtararak, çağdaş Batı ,uygarlığının akılcı, insancı, Özgürlükçü dünya görüşünün yörüngesine oturtmuştur. Birinci temel düşünceden, uluslaşma sürecimizi hızlandıran Atatürk milliyetçiliği ile, O'nun halkçılık ilkesi, bunların yanı sıra da, maliyede, iktisatta, siyasada, kültürde, dilde, bağımsızlık yani, o zamanki deyimi ile ''İstiktâl'i tam'' ilkesi doğmuştur. İkincisinden ise, ulusal egemenlik, lâiklik, cumhuriyetçilik, kadın - erkek eşitliği, Lâtin alfabesine dayanan yeni Türk harfleri doğmuştur.

ki bunlar, yeni Türk devletinin, Türkiye Cumhuriyeti'nin üst yapı örgüsünü temellendiren başlıca ilkeleridir.

Atatürkçülük ve Milliyetçilik

Atatürk milliyetçiliği, Türk toplumunun en eski kaynaklarına dek, bütün tarihine uzanmakla birlikte asla bir ırk milliyetçiliği, bir şovenlik değildir. Akıp giden zamân içinde Türk ulusunun, çok eski bir ulus olduğu bilincini uyandırarak ulusa bağları besleyen geliştiren bir kültür milliyetçiliğidir. Bu milliyetçilikte yurt, Atatürk'ün daha, ulusal kurtuluş Savaşı'na başlarken ulusal antlaşma (Misakı Millî) ile sınırları çizilmiş bugünkü Türk yurdudur. O'nun ''Ne mutlu Türküm diyene'' sözü de zaten böyle bir anlama gelir. Kendini Türk bilen, Türk duyan, Türk olmakta övünen ve tarihimize, yurdumuza, ulusumuzun yarınlarına inanan her yurttaşı, Türk kabul eden gerçekçi, insancı bir milliyetçiliktir bu. Amacı da, ulusal sınırlarımız içinde yaşayan Türk halkının kendi öz değerlerini, temel kültürünü, çağdaş uygarlık ilkelerine göre işleyip geliştirmek, onu iç - dış bütün bağlayıcı, engelleyici öğelerden kurtararak ilerletmek, genliğe, mutluluğa, kavuşturmaktır.

Ulusları, insanlık sitesinin birer üyesi sayan Atatürk gibi bir önderin milliyetçiliği de, elbette şovenlikle en ufak bir ilgisi olmayan öyle üstün, öyle gerçekçi bir milliyetçilik olacaktı. Ve bu, yüzyıllarca kıtadan kıtaya koşarak, kendi çağına göre belki haklı bile sayılabilecek olan gerekçelerle ülkeler fethetmiş, ama ne yazık ki, zamânın getirdiği yeni düşüncelere kapalı kaldığı için de; giderek yıkılmaya yüz tutmuş bir imparatorluktan, yani Osmanlı İmparatorluğu'ndan sonra, çağımıza, ulusumuza en uygun düşen bir ulusçuluk anlayışıydı.

Kötü yönetimler yüzünden çağının gerisinde kalmış, bu yüzden de azgelişmişlik çıkmazına sürüklenmiş olan Türk ulusunu artık yeni serüvenler, sınır ötesi düşler değil, böyle gerçekçi bir politika kurtarıp yükseltebilirdi. Türk halkı, zamanla, iplikleri kopuk yamalı bir bohça durumuna gelen o köhne imparatorluğun yüklerini, artık daha fazla taşıyamazdı. Tarihsel koşulların, toplumsal gelişmelerin etkisiyle dağılmış olan imparatorluğun parçalarını bir araya getirmek için daha kan dökemezdi artık. Çünkü, hem yıllar süren savaşlardan pek yorgun düşmüş, hem de dünya artık çok değişmişti. Şimdi, çocuklarının kanıyla çizdiği ulusal sınırlar içinde geceyi gündüze katarak çalışmaktan, ilerlemekten bunun için de barış içinde yaşamaktan başka çare kalmamıştı. Atatürk, ''Yurtta barış, dünyada barış'' derken, önce bir gerçeği dile getiriyordu işte. Ve bununla, kurduğu yeni Türk devletinin yaşama felsefesini özetlediği gibi, Türk milliyetçiliğinin başkâ bir yönden açıklamasını da yapmış oluyordu.

Atatürk'te her düşünce, her eylem bir bütünlük, bir tutarlılık, bir denge gösterir. Neden? Çünkü dahice sezilerinin yanında, büyük bir hesap, sistematik, ölçü adamıydı da ondan. ''Muhayyilesi'' düşlemi güçlü olduğu halde, aslâ bir düşçü, ''bir hayalperest'' değildi Atatürk. Tarihe geçen en büyük komutanlardan en yürekli devlet adamlarından biri olduğu halde, kendi doğup büyüdüğü Selanik şehrini bile (Anadolu'da, ''Vatanın harim-i'' ismetinde boğup denize döktüğü, yenilgiye uğrattığı) Yunanlılardan geri almayı düşünmeyecek denli de gerçekçi idi. Yalnız bu kadar mı? O, Tanzimat tan beri Osmanlı Türk aydınlârının kafalarını yormuş, onları tedirgin etmiş ne kâdar yeni, Batılı düşünce varsa, hepsini gün geçtikçe doğruluğa daha iyi anlatılan üstün bir düşünürdü, aynı zamanda. Hem de düşüncelerini etkin bir eylem düzenine aktarmış uygulamacı bir düşünür.

Atatürkçülük ve Bağımsızlık

Atatürk'ün bağımsızlık düşüncesine, ilkesine gelince, bu da, yine ''Hürriyet ve İstiklal benim karakterimdir'' diyen ulu önderin, içerisinden çıkmakla övünç duyduğu Türk halkından, o halkın şanlı tarihinden kazandığı bir erdem, bir nitelik idi. Kendi kişiliğinde somutlaştırdığı bu ulusal ve tarihsel niteliği, toplumuna yeniden kazandırmak tutkusu, Atatürk'ün için de tâ gençlik yıllarından beri, bir ateş gibi yanıyordu. Kendi ruhunda duyduğu, yaşattığı bir ''Bağımsızlık ve özgürlük'' duygusu, O'na yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurarken de başlıca kaynak olmuşsa, bunda şaşılacak bir yön olmadığı açıktır. Çünkü o, ulusunun bağrından çıkmış, O'nun tarihsel koşullarının yarattığı bir önderdir. Ulusuna yakıştırdığı üstünlükleri de önce kendi öz benliğinde duymasından daha doğal ne olabilirdi? Nitekim, bütün yaşamı boyunca, ne kendisi kimseye boyun eğdi ne de ulusunu kimseye boyun eğdirecek bir davranışta bulundu. Tersine, içten, dıştan ulusal bağımsızlığımıza gölge düşüren köstek olan ne kader engel varsa, bir bir hepsini söküp attı.

Bu ise, yurdumuzu işgal eden düşmanları, yenilgiden yenilgiye uğratarak, onları anayurttan kovarak başlamıştı. Yeni Türk Devleti'ni kurduktan sonra da bir dizi devrimle, Türk halkını, Türk İnsanını, Ortaçağ kalıntısı inançlardan, özgürlükleri kısıtlayan yozlaşmış değerlerleri, kurumlardan ve geleneklerden kurtarmanın yollarını açtı. Ulusal birliğimizin, kültürümüzün başlıca temeli olan ana dilimizi, yabancı diller boyunduruğundan kurtarmaya sıra gelince de, bir duraksama dahi geçirmedi Atatürk, Hemen: ''Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır'' buyruğunu verdi ve 1932'de 1. Dil Kurultayı'nı toplantıya çağırdı. Ondan sonra Dil Kurumu'nu (O zamanki adıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti) kurarak, dilde özleşme akımını başlatan çalışmalarına koyuldu. Amacı, elden geldiğinde bağımsız, ulusal bir kültür dili yaratmak, aynı zamanda da halkla aydınları kaynaştırmaktı.

Türk halkı ile Türk aydını arasında yüzyıllardan beri süregelen kopukluk, biraz da dillerinin birbirinden ayrı olmasından doğmuyor muydu? İlk kezdir ki Atatürk'le, Türkçe, halkın diline, kendi öz kaynaklarına, köklerine yöneliyor, okumuşlarla okumamışlar, yönetenlerle yönetilenler arasında 12. yüzyıldan sonra yıkılan köprüler, yeniden kurulma yoluna gidiyordu. Bu bir yerde devletin halklaşması, halkın devletleşmesi gibi bir oluşumu da birlikte sürükleyen bir olaydı, bir atılımdı:

Bağımsız duygusu öylesine güçlü olan bir devlet adamı, bir önder, başka ulusların bağımsızlığına karşı bile, saygılı olmaz da ne yapardı. Nitekim, Atatürk'ün yaşadığı günlerde, dünya barışının kilit noktalarından biri olan Türkiye O'nu izleyen politikalar ayakta kaldıkça da böyle olmasını bilmiştir. Atatürk'ün ortaya attığı bağımsızlık düşünceleri ve sömürgeciliğe karşı ulusal Kurtuluş Savaşı, bugün, çağımız Üçüncü Dünya devletlerinin vermekte olduğu bağımsızlık savaşlarının tohumlarını daha o zamandan atmış, onlara örnek olmuştur. Bundan dolayı da O, yalnız ulusumuzun önderi değil, çağımızın da en büyük önderlerinden biri sayılmaktadır.

Atatürk, Batı'ya doğru rotasıyla, ulusunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak ülküsünü de dile getiriyordu. O'nun çağdaş uygarlıktan anladığı, Batı'daki yeniden doğuş, din de reform aşamalarından geçerek akıl çağına ulaşmış olan çağdaş Avrupa uygarlığıdır daha doğrusu, Batı uygarlığıdır. Cumhuriyetin kurulduğunun açıklandığı 29 Ekim 1923'te, Fransız yazarı Maurice Pirnot'ya şöyle diyordu. Atatürk: ''Ülkemizi çağdaş düzeye eriştirmek istiyoruz. Bütün çalışmalarımızın Türkiye'de çağımıza uygun, bundan dolayı da Batılı bir devlet oluşturmaktır. Uygarlığa girmeyi isteyip de Batı'ya yönelmemiş hangi ulus vardır? Bir doğrultuda yürümek kararında olan ve hareketinin, ayağına bağlı zincirlerle önderliğini gören insan ne yapar? O zincirleri kırar ve yürür''.

Kendisi de böyle yaptı. Ulusunun ayaklarına vurulmuş yerli, yabancı zincirleri kırdı ve yürüdü. Ama ne yazık ki bugün bile o soylu yürüyüşü durdurmak, bizi Atatürk'ün yolundan saptırarak yanlış noktalara sürmek, ya da yerimizde saydırmak isteyenler var. Ne acı değil mi?

Atatürkçülük ve Bilim

Aslında Atatürk'ü en iyi özetleyen '' Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir'' sözüdür. Bunun içindir ki, Atatürk Devrimleri, toplumumuz için bir son değil. bir başlangıçtır. Ve bilimlerin getirdiği yeni doğrulara her zaman açık, iyiye, güzele, ileriye yönelmiş canlı bir devinim bir atılımdır Atatürkçülük. Atatürk gençliğine düşen de, O'nun başladığı uygarlık savaşını yine O'nun buyruğuna uyarak, değişim, olumlu bilimlerden güç alarak, ışık alarak sürdürmek, bütünlemektir.

O'nun koyduğu ilkelere tarihin akışına ve kendi özüne daha uygun toplumsal ekonomik yeni içerikler kazandırmaktır. Artık duygusal söylev Atatürkçülüğüne, tören Atatürkçülüğüne yaslanarak yeni kuşakları doyurmak olanak dışıdır. Atatürk'ün kadro yetersizliği, günün koşulları yüzünden ele alamadığı, eksik bıraktığı işleri tamamlamak, bugünkü kuşakların başlıca görevi olmuştur. Nedir yapamadığı, eksik bıraktığı şeyler Atatürk'ün? Toplumsal yapımızı, üst yapıda gerçekleştirdiği ilkelere, çağdaş isterlere, halkın mutluluk ve genliğine dahâ uygun bir duruma getirmek. Diyesim, devrimleri halka, tabana indirmek. Bu da, O'nun atığı yönlerde, yollarda, en gerçek önder diye bize gösterdiği bilimin önderliğinde olmalıdır, halkçılık, bağımsızlık, ulusçuluk ilkelerinin ışığında olmalıdır. Çünkü azgelişmiş bir ülkede kalkınabilmek, ilerleyebilmek için başka yol yoktur. Öteki ulusların yönetim biçimlerinden esinlensek bile, bize mutluluk, genlik ve özgürlük getirebilecek yolu ancak yine kendimiz bulabiliriz. Toplumların yönetim biçimleri, hâzır giysiler gibi başka vitrinlerden tutup alınamaz, Halka dönük, halk yararına çalışan, halk tarafından yönetilen toplumsal bir düzen kurmak ve geliştirmek, Atatürk gibi büyük bir önderi, hem de çok yakın bir geçmişte yetiştirmiş olan bir ulus için, pek de güç olmasa gerek.

Tarihsel akışın da gerektirdiği böyle bir düzeni çağdaş bilimlerin önderliğinde başarmak, Atatürk kuşaklarının boynuna borç değil midir? Hiç değilse, O'nun devrimlerini temel alarak, başlangıç olarak kabul eden sınıflar arası ve partiler üstü bir ântlaşma tabanı kurulamaz mı? Türkiye'nin toplumsal erince kavuşmasını, dengeli bir gelişme yoluna girmesini istiyorsak, işe, O'nun bıraktığı yerden başlamaktan başka çıkâr yol kalmamıştır. Bu da, O'nun ilkelerine uygun köklü yapısal değişiklikler yaparak bütün yurttaşlara eşit ilerleme olanakları sunabilen gerçek bir çağdaşlık düzeyine yönelmekle olabilir. Gerçek Atatürkçülük de, O'nun gelebildiği çizgide kalmak değil, en gerçek yol gösterici olarak bize gösterdiği ilimin arkasından gitmektir.

Sonuç

Özet olarak söylemek gerekirse;

1-Atatürkçülük, her türlü gericiliğe, tutuculuğa, bağnazlığa, yobazlığa ve boş inançlara doğa dışı düşüncelere kesinlikle karşıdır; çünkü akılcıdır. Çağımızın bilimsel düşüncesini, düşünce özgürlüğünü ve onun yol göstericiliğini benimsemiştir. Lâiklik ilkesi, O'nun temel ilkelerinden olup dinsel inançlara saygı duyarak dünya işlerini, devlet işlerini onların dışında yürütmeyi öngörür.
2-Atatürkçülük, baskı, korku ve bütün toptancı (totaliter) yönetimlere kesinlikle karşıdır; çünkü özgürlükçüdür. İnsanın doğudan hak ve özgürlükleri olduğuna ve bunlara saygı gösterilmesi gerektiğine inanır.
3-Atatürkçülük, insana değer vermeyen, onu sömüren bir düşünce ve tutuma karşıdır; çünkü insancıldır, insanlık-değerlerin ve haklarına saygı gösterilmesini ister. Herkesin insan onuruna yaraşır biçimde yaşayabilmesi, başlıca amaçlarındandır. Bu yönü ile de evrenseldir.
4-Atatürkçülük, bilim dışı her yönteme ve uygulamayâ kesinlikle karşıdır; çünkü bilimci ve gerçekçidir. Bundan dolayı da dinle dünya işlerini birbirinden ayırmıştır.
5-Atatürkçülük, ırkçılığa ve saldırganlığa (Emperyalizme) kesin olarak karşıdır; çünkü ulusçudur, barışçıdır. Yurtta barış, dünyada barış ilkesini savunur.
6-Atatürkçülük kendini Türk bilen, Türküm diyen herkesi Türk sayar.
7-Atatürkçülük, erkek ve kadın ayırımı yapan her düşünceye karşıdır; çünkü toplumun içinde kadının çok önemli bir yeri olduğuna inanır; kadınla erkek arasında hak eşitliğini ilke sayar.
8-Atatürkçülük, kültürde ve dilde yabancılaşmaya kesinlikle karşıdır; çünkü ulusal kültürün ve dilde bağımsızlığın, siyasal bağımsızlığın da koşullarından olduğuna inanır.
9-Atatürkçülük, her türlü iç ve dış sömürüye karşı olduğundan Emperyalizme ve Feodalizme de karşıdır. Atatürkçülük ve Atatürkçü ulusçuluk, ulusal değerlerin, varlıkların sömürülmesini kesinlikle reddeder.
10-Atatürkçülük, halkın katılmadığı her türlü yönetime ve girişime karşıdır; çünkü gerçek ânlamıyla halk egemenliğinden ve halk yönetiminden yanadır.
11-Atatürkçülük, üretim ilişkilerine dayanan sınıfların varlığını yadsımamakla birlikte, bu sınıfların çatışmasını kesinlikle reddeder. Çünkü iş ve uğraş kümeleri arasında iç barışı sağlayıcı nitelikte örgensel (Organik) bir dayanışma ve bütünleşmeyi amaç bilir.
12-Atatürkçülük, yeni Türk Devleti'nin, Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini oluşturan çâğdaş ve ulusal değerlerin birleşimi bir Dünya görüşüdür. Bu özelliğiyle aynı zamanda Türk yurdunun, Türk tarihinin, Türk halkının bütünlüğüne ve gerçeklerine dayanan ulusal bir görüştür, ileriye, yeniliğe açık devrimci bir yoldur ve halkımızı Ortaçağ'dan modern çağa yönelten ilerici bir davranıştır.
13-Atatürkçülüğün, ilkeleşen başlıca hedefleri, ulusal tam bağımsızlık, çağdaşlaşma, ulusal egemenlik, lâiklik, halkçılık, ulusçuluk, devletçilik ve cumhuriyetçiliktir. Bu hedeflere, bu ereklere ne ölçüde kavuştuğumuz, ulusça bunların neresinde olduğumuz her zaman tartışılmalıdır, tartışılacaktır da. Yeni kurulan devletin dışâ karşı tam bağımsız olması, içte de ulusal egemenliğe dayanan bir yönetimi (Demokratik ve Lâik Cumhuriyet) öngörmesi ve toplumu çağdaş uygarlık düzeyinin bile üstüne çıkarmak istemesi, Atatürkçülüğün aynı zamanda temel ülküsüdür. Bu ülküsel hedeflere, örneklere ulaşabilmek için O'nun yukarıda anılan altı ilkesi bir yönüyle hedef; bir yönüyle de araç olarak düşünülebilir.

Atatürk ilkeleri tek tek ele alınıp yorumlanamaz ve ayrı ayrı, uygulanamaz bir bütündür. Atatürk devrimi ve Atatürkçülük, belirli siyasal yönlerden değil, Türkiye ve dünya gerçekleri açısından önyargısız olarak değerlendirilmelidir. Temelinde akılcı, deneyci çağdaş bir felsefe yatan Atatürkçülük, en büyük düşünürü ve uygulayıcısı yine Atatürk'ün kendisi olan Türk Hümanizmasıdır denilebilir. Bu görünüşüyle büyük bir yapı, görkemli bir yapıt olan Atatürk devriminin bütünlüğü, Türk toplumuna olduğu kadar, çağdaş dünyaya da Türk ulusunun çok değerli bir katkısı olmuştur. Ve bunun en büyük onur payı Atamızındır.

- Okuma Sayısı: Bu yazı 24410 defa okunmuştur.


Naime Olgun diyor ki:

Sadece inkılap Tarihimizi ve Atatürk ilkelerini öğretmek, yeterli değildir. Aynı zamanda Atatürk'ün ilke ve İnkılaplarından çıkan düşünce sistemini de kavramak ve genç kuşaklara kavratmak gerekir.